Aile Söyleşisi: Demet Tezcan – Söyleşi

Aile kavramının çeşitli yaklaşım biçimlerine göre birçok tanımı mevcut. Siz aileyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Çeşitli disiplinlere göre birçok tanımı olmakla beraber dört büyük dine göre kutsal bir yapıdır aile. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde atıf yapılan kurumdur. Bu, toplumumuzda da böyledir. Aile dinamikleri ne kadar farklılık arz ederse etsin kurum olarak kutsal bir yapı kabul edilir. Hemen hemen tüm tanımlamalarda aile dini, sosyolojik, kültürel en köklü kurumdur. Aileye dair tanımlar, anlamlar, yapı çeşitlilikleri toplumlara kültürlere göre değişkenlik gösterse de bu evrensel kavram insan yaşamında pek çok anlam dünyasına işaret eder. En başta birey için biyolojik, psikolojik, dini olmak üzere pek çok açıdan beslendiği, korunduğu, güven duygusunu hissettiği, aidiyetini sağladığı ve ilk sosyalleştiği karı koca, ebeveyn, çocuk olarak meşruiyetini sağladığı sadece bireyin değil toplumsal normların da koruyucusu görevi ifa açısından çok yönlü işleve sahiptir. Aile iyiliğin de kötülüğün de özünü oluşturup kaynaklık ederek toplumsal yapıyı oluşturması açısından da toplumun temel yapı taşıdır.
Uzun yıllar dünyanın birçok dezavantajlı bölgesinden kimsesiz çocuklarla bir araya gelme, onları gözlemleme imkanına sahip oldum. Ayrıca koruyucu annelik yaptığım bir evladım var ve Darülaceze yuvada da gönüllülük yapıyorum ve sürekli çocuklarla iç içeyim. Bebeklikten itibaren bir birey için sağlıklı ilişkilerin yaşandığı ve temel güvenliğin sağlandığı anne ve babanın olduğu aile hem çocuğun hem toplumsal yapının geleceği açısından çok büyük bir önem arz ediyor. Bu tecrübeden yola çıkarak diyebilirim ki aile bireyin sığındığı kalesi, kuşandığı zırhı, varlığının kök saldığı alanıdır. Aile olmadığında dünyalar onun olsa, köşklerde yaşasa, tüm imkanlar önüne serilse, sayısız bakım veren emrine amade koşturuyor olsa ve etrafında adanmışlar ordusu bulunsa birey yine de yalnız ve savunmasız hissediyor ve bu hiçbir maddi varlıkla ikame edilebilecek bir durum değil. Tabi burada sağlıklı bir aileden, ebeveynlik sorumluluklarını haiz anne babanın olduğu bir aileden bahsediyoruz.
Onun için sağlıklı bir toplum yapısı oluşturmada, o toplumun sağlıklı bir parçası olmasında bireye aidiyet duygusu verecek, hayatı boyunca güvenle, kök salmış hissettirecek kurum ailedir ve bunun başka bir alternatifi yoktur.
Günümüzde aile olgusuna bakıldığında gittikçe aşındırılmış bir anlama bürünmesi söz konusu. Tehlike çanları çalınması durumu da başka bir boyuttan söz konusu. Aile olgusunun durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Aile gittikçe çözülüyor mu? Bu duruma ne gibi önlemler alınmalı?
Öncelikle sanırım aile dinamiklerinden başlamak gerekiyor. Değişen bir aile yapısı, dinamikleri mevcut. Bunu çözülme gibi mi algılamalıyız, dinamiklerin değişmesi olarak mı yorumlamalıyız? Örneğin daha önce geniş aileden çekirdek aileye geçiş ailenin çözülmesi hanesinde değerlendirilebiliyordu. Boşanmaların artmasıyla birlikte her geçen gün tek ebeveynli hanelerin artmasını boşanma faktörüyle birlikte değerlendirdiğimizde çözülme sorunun bir parçası olarak görebiliriz. Evet çözülme diyeceğimiz, tehlike olarak gördüğümüz bir gidişat var ama küreselleşme, modernite ve modern ötesi dönemle tüm dünyada aile yapısı bir değişim içine girdi. Bizde kentleşmeyle değişimler gerçekleşti. Geniş aileden çekirdek aileye geçişin batı Avrupa’da sanayi toplumu olmadan da önce kapitalizmin doğuşuna uzanan bir geçmişe sahip olunduğunu ve yine Türkiye’de çekirdek ailenin kentleşmeden de önce olduğunu savunan görüşler mevcut. Biz yaygın olan görüşten yola çıkarak ifade edecek olursak ülkemizde batının sanayi toplumlarına göre değişimi tarım toplumundan kent hayatına geçişle çok daha sonra olsa da değişim aynı şekilde geniş aileden çekirdek aile yapısına doğru oldu.
Yani bu geçişlerle birlikte aile içi dinamikler değişti ancak tüm değişime rağmen toplumumuzda çekirdek aile yapısı batı toplumu gibi keskin sınırlarla ayrılmadığını gerçeğini büyük oranda iletişim, etkileşim, maddi manevi destek, dayanışma içinde olduklarını tamamen göz ardı etmemek gerekiyor. Çok şükür ki ülkemizde halen haneler ayrı olsa da aileler arası iletişim, dayanışma birçok boyutuyla devam ediyor. Ekonomik dayanışma, düğünler, doğumlar, ölümler, bayramlar, yıllık izinlerin büyüklerin yanında geçirilmesi, aile büyüklerinin kışın çocuklarının yanında kalması, aynı şehirde yaşayan büyük ebeveynlerin torunlarının bakımlarıyla ilgilenmesi, aile büyüklerinin alışverişi, ev temizliği, sağlık yardımına ulaşma gibi konularda iletişim ve dayanışmanın devam etmesi bizim aile yapımızın güçlü yanları. Öncelikle buraları ele almak lazım. Halen sürdürdüğümüz güzel etkileşimin, dayanışmanın daha fazlasının olduğu örnekleriyle ailenin güçlü yanlarını öne çıkarmalı bunun fark edilmesini sağlamalıyız diye düşünüyorum.
Aileye yönelik küresel bir saldırı diyeceğimiz kültürel geçişkenlikler, etkiler mevcut ve hepimiz kaygılıyız bunun başında da bireyselleşme, boşanmaların artması, şiddet, kültürel etkiler, dijital bağımlılıkla birlikte gelen iletişimsizlik ve izolasyon gibi pek çok konuda aile bir tehlike ile karşı karşı karşıya hatta sarsılıyor ama bu sarsılmanın önlenmesi için öncelikle aile bağlarımızın, toplumsal kabul görmüş kültür, gelenek ve göreneklerimizin güçlü yanlarını, güzelliklerini beslemeliyiz bu küresel saldırıya ancak böyle karşı koyabiliriz. Bunu da her şeye rağmen sürmekte olan güzel yanlarımıza dikkat çekerek iyiliği yayarak yapabiliriz. Sorunları yok sayalım demiyorum ama çözümün bir parçası olmanın yolu halen hiçbir toplumda olmayan güçlü yanlarımızın fark edilmesi olmalı.
Azınlıkları düşünün dünyanın neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar varoluşlarına anlam katan dini, kültürel, geleneksel tüm değerlerini yaşatmak için azami gayret sarf ederler. Bunu da bir arada kalarak başarırlar. Aynı bölgede oturur, kapalı toplum oluşturur kendi içinde yaşar ve sorunlarını kendi içlerinde çözer. Dış etkilere karşı alabildiğine korumacı, tedbirli, temkinli olurlar. İçinde bulundukları çoğunluk içinde yönünü, kimliğini kaybetmemenin yolu budur ve böyle var olmaya devam ederler ve kuşaktan kuşağa aktarımı kolaylaştırır. Azınlık psikolojisi ile yaşayalım demiyorum ama azınlık gibi hissettiren küresel kuşatmaya, aile yapısını dinamitlemeye yönelik her girişime karşı dikkati böyle elden bırakmayalım. Biz yaşatmazsak kaybolur sorumluluğuyla yaşatabileceğimiz tüm değerlerimize böyle sahip çıkalım diyorum.
Ve aile kavramı başta olmak üzere her konuda net olalım. Altını çizerek, üzerine basarak çocuklarımızın zihin dünyasına değer yargılarımızı nakşedelim. Bunun ilk basamağı da günümüzde üzerinde bin bir oyunun döndüğü tehlikenin odağında olan öncelik aile kavramı. Bu kavramın, bu kurumun, bu yapının teşekkülünü oluşturmanın şartlarını çocuklarımıza çok net öğretelim. Aile kurumu bir kadın ve bir erkekten oluşan çiftlerin evlilik akdiyle oluşturduğunu bu vesileyle maddi manevi tüm ihtiyaçlarını karşıladığı kurum olarak meşruiyetini evlilik bağından aldığını toplumun temelinin bu yapı olduğunu, bunun tüm küresel eylem ve söylemlere rağmen değişmez, değiştirilemez olduğunu küçük yaşlardan itibaren anlatalım. Eskiden belki böyle bir şeye ihtiyaç yoktu çünkü aksi düşünülemezdi ama bugünün dünyasında her şey mümkün olarak sunuluyorsa bizim kendi değişmez hakikatimize sahip çıkmada gevşekliğe hiç yer olmadığını görmemiz lazım. Kavramdan başlayarak aile anlayışının temelini atmamız lazım.
Çocuklarımıza çokça zaman ayırmamız gerekiyor. Bunu her şeyin üstünde görmeliyiz. Hiçbir bahaneye sığınmadan ilk önce onlara karşı sorumlu olduğumuzu kabul etmeliyiz. Bunun için ne çok çalışıyor olmamız bahane olmalı ne de başka faktörler. Onlar için maddi çalışmanın çokluğundan ziyade manevi çalışmayı öncelememiz gerekli diye düşünüyorum. Çok çalışıp çok koştururken arka planda bıraktığınız çocuklarınız, küçükken ayak bağı olmasın diye yanınıza almadığınız çocuğunuz, akranlarınızla birlikte vakit geçirirken odalarına yolladığınız çocuklarınız daha sonra o odalardan çıkmak istemiyor. Kendi özel alanını, kendi kültürel dünyasını oluşturmuş oluyor. Ve bugünün tehlikelerinden biri olan bireyselleşme başlamış oluyor. Elbette ki onların da ebeveynlerinin de sınırları olmalı ama bu sınırlar daha sonra aşılmaz hatlar oluşturmamalı, birbirinden koparmamalı. Çevremde gördüğüm bir gerçeklik var küçüklüğünde yanınızda tutmadığınız çocuğunuzu büyüdüğünde hiç tutamıyorsunuz çoktan ayrı yollardan yol almış oluyorsunuz. Aile içi dinamikler her geçen gün değişiyor. Hayat şartları ister geniş ister çekirdek olsun küreselleşmenin doğudan batıya, kırsaldan kente kuşatmasıyla roller değişiyor. Karı koca rolleri, çocuk ebeveyn ilişkileri sürekli bir etki altında her geçen gün parçalanmış aile ve tek ebeveynli aile sayısı artıyor. Eşler birbirine ebeveynler çocuklarına daha titiz daha dikkatle daha rikkatle yaklaşmalı. Çocuklar kopup gidiyorsa bu onlara yetirince aile bağını hissettiremediğimiz için. Telefonun ve televizyonun olmadığı sofralarımız, çay saatlerimiz, sohbetlerimiz olmalı. Birbirimizin gözüne baktığımız aile fertlerinin sesini teknolojiden evlerimize dolan bir sürü başka sesler arasından değil bizzat duyduğumuz dinlemelerimiz olmalı. Özenle hazırlanmış birlikte yapılan hafta sonları kahvaltıları, akşam yemeği sofraları, bayram buluşmaları çocuğa aile bağını hissettirecek eşlere evlilik bağını hissettirecek ortamlar oluşturulmalı. Emin olun gençler sohbeti seviyor yeter ki onu dinleyerek değer verdiğinizi gösterin. Onları gerçekten dinlersek konuşmaya, paylaşmaya açıklar. Dinlenmeyeceklerini düşündükleri için kendilerini iletişime kapatıyorlar. Eleştiri, nasihat bombardımanından kendilerini korumaya çalışıyorlar. Çocuklarımızla küçük yaşlarından itibaren birlikte çokça zaman geçiren aileler çocuklar büyüdüğünde de zaman geçirebiliyor. Ebeveyninin çevresi ile olan ortamının içinde olan, ilişkilerini paylaşan çocuklar, ileriki yaş dönemlerinde hem ebeveynlerinin ortamlarına hem topluma daha kolay uyum sağlıyorlar. Sizinle aynı yöne bakabilmelerini, sizinle zaman geçirmelerini, çevrenizle ilişki kurmalarını istediğiniz çocuklarınızı daha küçüklüklerinden itibaren kabuklarından çıkarmanız gerekiyor. Kurmak istediğiniz bağ için büyümelerini beklediğinizde maalesef çok geç kalmış oluyorsunuz. Aile dediğimizde ya karı ya çocuk ebeveyn ilişkisini ele alıyoruz. Halbuki aile bir bütün. Bütüne baktığımızda o ailede neler olup bitiyor, herkes olması gereken yerde mi, herkes üzerine düşeni yapıyor mu buna bakmamız gerekiyor. Parçalı ele alışla, parçalı düşüncelerle aileyi bütün olarak koruyamayız.
Bildiğiniz üzere 2025 yılı Aile yılı ilan edildi. Devlet bünyesinde böylesi bir kararın alınmasını nasıl karşılıyorsunuz? Beklentileriniz nelerdir?
Bir ülkede aile yapısı ne kadar sağlamsa toplumsal düzen o derece sağlam oluyor. Güçlü aile yapısı bir ülkenin refahı için önemli olduğu kadar güvenliği için de o denli önemli. Kaos ortamlarında, savaş ortamlarında güçlü aile yapısına sahip toplumlar daha çabuk toparlıyor. Çünkü kaybedecek çok şeyleri oluyor ve bu duyguyla toplumsal birlik beraberlik düzen ve refah için daha çok gayret ediyor. Dayanışma daha güçlü oluyor. Ailelerinin geleceğini ülkelerinin geleceğinden ayırmıyorlar. Ülkemizden örnek devlet ne zaman ekonomik çıkmaza girse aile içi dayanışma ile bu süreç atlatılır. Ya memleketten gıda yardımları gelir yahut bir arada yaşamaya karar verilir, borcu olanın borcu kapatılır bunun gibi pek çok destek aile üyeleri arasında gerçekleşir. Bu anlamda toplumun düzeni dediğimiz zaman bunu sadece güvenlik açısından değerlendirmiyoruz tabi. Toplumsal normların, değer yargılarının, köklerinizin ait olduğu kültürel, geleneksel değerlerin korunduğu beslendiği ve büyütüldüğü bunun için çaba harcandığı çağın gerisinde kalmadan ama köklerden de kopmadan yapılacak her bir çalışma çok kıymetli bir değer olarak aileyi ön plana çıkarmak buna dikkat çekmek de bunun başında geliyor. Bu yılın aile yılı olmasının çıktılarını elbette daha sonra alacağız. Kimi kısa vadeli kim uzun vadeli olacak. Ama görülen o ki aile gündemde kalacak. Bunu çok kıymetli buluyorum. İşte bizim yaptığımız gibi söyleşiler, seminerler, paneller, dergiler, kitaplar, sosyal medya içerikleriyle aile değerine dikkat çekilecek gözden kaçanlara daha fazla odaklanacak, fark etmediklerimizi fark edeceğiz. Ve pek çok kıymetli çalışmanın yapılmasına öncülük edecek, her çalışma bir diğerine ilham olacak.
Daha çok birey odaklı milli ve manevi değerlerin üzerinde durulması. Değerlerinizi bilip, yaşayıp, sahip çıktığınızda haklar ve sorumluluklar, sınırları belirleyecek çalışmaların anaokuludan başlayarak çeşitli sosyal sorumluluk projeleriyle tüm eğitim hayatı boyunca devam etmesi. Belediyelerden, okullardan, camilerden, emniyet teşkilatına toplumla birebir olan tüm kamu kurum ve kuruluşlarında bir seferlik hali olmalı. Sadece kötüyü, sadece suçu ve suçluyu, sadece cezayı konuşarak insan yetiştiremez, ailevi toplumsal düzeni sağlayamayız. İnsanın özümseyeceği cezası ya da ödülü olmasa dahi tercihini değerlerden, değer yargılarından hareket edeceği hale gelmesi hedefimiz olmalı. Aranızda selamı yayın buyuran peygamberimiz (sas) “İnsanların Yüce Allah (cc) katında en hayırlısı, önce selâm verenleridir.” “Evlerinize selam vererek girin”, “Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır.” Buyurmuştur. Daha pek yerde selamlaşmanın üzerine durmuştur. Selamlaşma iletişimin ilk ve güvenli adımıdır. Atalarımız “Bir selam bin belayı def eder.” Demişlerdir. Küçücük bir adım bir selam bir tebessüm bütün önyargıları bertaraf edip güven ortamı sağlayacaktır
Türkiye’de Aile politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan iktibas yoluyla kabul edilen Türk Medeni Kanunu, aileyi kadın erkek eşitliğiyle benimsemiş, hukuk sisteminde aile, devleti ilgilendiren sosyal bir kurum olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda da 1989 yılında Aile Araştırma Kurumu, 2004 yılında Aile ve sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 2011 yılında da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. 2018 yılında bir dönem Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak çalışsa da bu daha sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı şeklinde döndürülmüştür. Aile bireylerinin tümünü odak noktasına alan bu bakanlığın aile üzerine yaptığı çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Daha başka neler yapılmalıdır?
Ortaya konulan çaba çok kıymetli olmakla birlikte söz konusu aile olduğunda tek başına Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çalışmaları elbette yeterli olmayacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı gibi bakanlıkların da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı gibi aileyi ilgilendiren konuların muhatabı bakanlıklar var ve onların politikalarının da aile üzerinde pek çok etkisi var. Bakanlığın mevcut hizmetlerini göz önüne aldığınızda doğumdan ölüme hizmet veren bir bakanlık burası. Doğduğu anda sağlıklı mı değil mi, terk edilmiş mi değil mi, rehabilitasyona ihtiyacı var mı yok mu, maddi durumu yeterli mi değil mi, sorularıyla başlıyor, yaşarken engellisine bakana destek sağlıyor, kendine bakamayan yaşlının evine temizliğe, yemeğe adam yolluyor, çocuklarına bakmayanın bakamayanın çocuğuna bakıyor, sokakta kalmışın kışın barınma ücretini ödüyor, yoksulluk sebebiyle aileler dağılmasın diye ailelere maddi destek sağlıyor. Evine giden üniversite öğrencisi çocuğun yılda iki kez yol parasını ödüyor, engelliler evde bakılamayacak gibiyse kurumda bakılsın diye destek oluyor. Evlenecek gençlere evlilik paketi sunuyor. Ve bunun yanı sıra “Aile İletişim Atölyeleri” aile içi iletişimi güçlendirmek amacıyla atölye çalışmaları düzenliyor Aile İletişim Atölyelerinde bireylerin aile içerisinde etkili iletişim becerileri kazanması, aile içi bağların güçlenmesi ve toplumsal dayanışmanın artması hedefleniyor, Atölyeler kapsamında uzman eğitmenler ve danışmanlar eşliğinde aile içi iletişim, empati, problem çözme, stres yönetimi ve sağlıklı aile ilişkileri gibi konularda seminerler, eğitim programları, grup çalışmaları ve yarışmalar düzenleneceğini ilan ettiler ve bu başlıkların her biri çok kıymetli çalışmalar.
Sağlıklı bir aile ortamının tesisi nasıl sağlanabilir? Devlet eliyle ve bireysel anlamda neler yapabilir?
Bireysel olarak da devlet olarak da yapılabilecek çok şey var elbette. Burada sadece birkaç önemli başlığa değinebiliriz. Öncelikle devlet aile kurumunun başından itibaren aile olmaya adım atarken bir önleyici tedbirler kapsamında çiftler daha evlenmeden aile olmanın önemini, eş olarak, ebeveyn olarak sorumlulukları, her iki tarafın ailesi ile ilişkilerin düzenlenmesi gibi temel destek eğitim programlarının bugün aile içi problemelere baktığımızda ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Evlenmenin, aile olmanın, aile kurumuna talip olmanın bir sorumluluklar silsilesini hem kişiler arası hem aileler hem topluma yönelik yanları olduğunu bu kuruma adım atmadan öğrenmesi gerekiyor. Bunun için aile danışmanlığı sisteminin yaygınlaştırılması ve bu danışmanlıklara günümüzde yaygınlaşmaya başladığı üzere aile içi çatışmalar çözümlenemez hale gelmeden daha evlenmeden başvurulmasını önemsiyorum devlet bunu belediyeler, kaymakamlık aracılığıyla yaygınlaştırmalı erişilebilirliğini sağlamalıdır. Ayrıca ekonominin gidişatı da aile düzeni için çok önemli bunun yanı sıra eğitim ve güvenlik gibi başlıklar devlet eliyle aileyi düzenleyecek ilk aklıma gelenler. Aileyi fertlerini dolaysıyla da aileyi etkileyen dijital çağa uygun hukuki haklardan psikosoyal etkilerine, eğitime güvenliğe kadar ciddi denetimler, yaptırımlar, yönlendirmeler yapması gerekiyor. Bu merkez medyanın yayınları için de elzem bir durum. Aile değerlerini dinamitleyen ne varsa ulu orta gün boyu hanelerde izleniyor ve çocuklar buna maruz kalıyor. Kimi zaman gerçekliğinden şüpheye düşülecek kadar aile mahremiyetinin ortaya döküldüğü bu gündüz kuşağı bandında yer alan bu yayınları dizilerden daha tehlikeli buluyorum, evet dizilerin bireyi etkileyen dönüştüren yanını asla inkâr etmiyorum ama ona kurgu der, senaristin hayal gücü der geçersiniz ama gündüz kuşaklarında aile içinde dört duvar arasında kalması gereken ne varsa ortalığa saçılıyor ve bu çocukların mahrem, edep, ahlak, ayıp, günah tüm duygularına ve öğretilerine çok kötü bir etki bırakıyor. Her saat nasıl ki sürekli nasıl hırsızlık yapabiliriz nasıl cinayet işleyebiliriz şu uyuşturucu maddeyi nasıl kullanırız yayınları yapılamıyorsa aile eş ana baba çocuk kavgaları ayrılmaları ya da kavuşmaları adı altında da bu konular alenileştirilip çocuğun anlam dünyası tahrip edilmemeli. Haber izlerken veya dinlerken bilinçli ebeveyn üçüncü sayfa haberi çıktığında haberi geçebiliyor ya gün boyu evin içinde kim kimi nasıl aldatmış, kim kiminle kaçmış, kim tüm değer yargılarını, toplumsal normları nasıl alt üst etmiş bunlara maruz kalan çocuklar, gençler ne olacak? Onlardan ileride sağlıklı birer eş, ebeveyn aile olmaların nasıl bekleyeceğiz? Dizide buğulanan kan görüntüsünden daha mı az zararlı bu programların içeriği? Bunların hepsi birer manevi cinayet. Değerler, değer yargıları, normlar katlediliyor her gün. Ve bu da ilk elden aileyi etkiliyor. Aile değimiz kurum salt bir yapıdan ibaret değil onu aile kurumu haline getiren kadın ve erkeğin evlilik bağı ile oluşturmuş olması. Bu programlarda bu kutsal bağın cinayetini meşrulaştırıyoruz.
Bireysel olarak sorumluluk alma, fıtratı göz önünde bulundurma, cinsiyet rollerine dikkat etme, iletişim dili, empati, saygı gibi pek çok başlıkta ele alabiliriz.
Modernizm bireyselleştirici rolü neticesinde aile kurumunun gittikçe yıpratıldığı bir süreçteyiz. Bununla birlikte aile birliktelikleri hususunda birçok etmen de etkili. Özellikle iletişim kanallarının etkisinin çok fazla olduğunu tahmin ediyoruz. TÜİK verilerine bakıldığında 2023 yılındaki istatistik oranlarında evlenen çiftlerin sayısı 2022 yılında 575.891 iken 2023 yılında 565.435 olarak görünüyor. Boşanan çiftlerin sayısı ise 2022 yılında 182.437 iken 2023 yılında 171.881, 2024 yılında ise 210.000 üzerine çıkmıştır. Soru şu: Aileyi kurmak, aile birliğini sürdürmek günümüzde daha mı zorlaştı? Bunun nedenleri neler olabilir?
Boşanma oranlarının sosyokültürel, sosyoekonomik, sosyopsikolojik etkileri bu araştırmaya dahil mi bilmiyorum. Her ailenin dağılma nedenleri, etkileri sebep ve sonuçları farklı. Herkes iletişim dilini kullanamadığı için, ekonomik zorlukla baş edemediği için, şiddet, aldatma olduğu için boşanmıyor. Bir yıllık evlilikler de otuz yıllık evlilikler de bitebiliyor. Başlayamıyor, yürütemiyor, taşıyamıyor. Her ailede bardağı taşıran bir sebep var ve bu sebepler farklı farklı.
Etkenlerden sebeplerden birini insan üzerinden el alacak olursak ben genciyle yaşlısıyla sosyokültürel çevre fark etmeksizin bireyselleşme birinci etken diye düşünüyorum kadın ya da erkek de fark etmiyor. An itibariyle en ücradakinin sesini duyup ne yapıp ettiğini ne düşündüğünü bildiğimiz dünya artık hiçbirimiz için büyük değil. Hepimiz küresel köyün sakinleriyiz ve köyün bir ucundaki ile diğer ucundaki kültürel etkileşimden nasibini öyle ya da böyle alıyor. Herkesin kendisi için inşa ettiği bir konfor alanı var ve bu alana alacağı kişi hakkında emin olamıyor. Burada çift olmaya dair empoze edilen bakış açısının da etkisi var mükemmel olanı arıyor, idealize ettiği bireysel alanına mümkün olduğunca dokunmayacak ama her ihtiyaç duyduğunda da tam bir uyumla yanı başına beliriverecek bir eş arıyor. Bu kadın için de erkek için de böyle. Oysa mükemmel insan teki de mükemmel eş de mümkün değil. İnsan tekâmül halinde bir varlık aynılaşmış insan çifti ne kadar ideal olurdu bilemem ama arkadaş olabileceği bir eş ararken tıpa tıp uyum aramak da evliliği sürdürmeyi zorlaştırıyor kimi zaman evlilik yolunda adım atmayı da öteliyor. Ve tabi ki evliliğin sorumluluğunu almak. Buna bu çağın ne kızları ne erkekleri hazır görünmüyor. Geleneksel aile yapısında çiftler ailenin itici güç olması dolaysıyla daha kolay diyemem ama çabuk evleniyor eş seçimi, evliliğin ekonomik yükü gibi evlenmemenin bir diğer etkeni olan ekonomik destek sağlanması süreci erkene çekip hızlandırabiliyor. Erkek ya da kadın fark etmeksizin kişi ne kadar bireysel bir hayat sürdürürse o kadar çok yalnızlığını paylaşmaktan ve eş sorumluluğu almaktan çekiniyor.
Modern çağ bireyselleşmeyi ön plana aldı ancak bu modern kültürün telkin ettiği önce sen odaklı reklam dilini aşıp bireyi yalnızlığa iter hale getirdi. Ekonomik etki de yine her şeyin modern dönemin sunduğu evlilik şablonuna uydurmaya çalışmaktan kaynaklanıyor. Evet her şey pahalı evlilik için el atılan şeyler çok daha pahalı. Bir de bunu ihtiyaç odaklı değil haz odaklı eksiksiz kusursuz hatta masalsı yapma çabası durumu daha da zorlaştırıyor. Çiftler maddi manevi ruhen ve bedenen yorgun başlıyorlar evliliğe herkes dağıldıktan, sosyal medya paylaşımları da yapıldıktan birkaç hafta sonra kendi gerçeklikleri ile baş başa kalıyorlar. Modern hayatın ve tüketim toplumunun bir parçası olan çiftler için evlilik süreci hazırlığını tüm evresini bir tüketim malzemesine dönüştürdü. Burada yapılan masrafları kastetmiyorum tüketilen ruh gücü, beden gücü, değerler, gelenekler, ritüelleriyle her şeyin gösteri çağına uygun tüketilmesinden söz ediyorum. Sadeliği tercih eden, evliliği en kolay haliyle gerçekleştirmek isteyen gençlere de geleneği her şeyin üstünde tutan aileler izin vermiyor. Dolaysıyla evlilik kurumu daha başlarken bagajında pek çok yükle başlıyor. Geriye tüketecek “şey” kalmıyor. “Şey”leştirilen tüm durumlar tükendiğinde boşluğa düşüyorlar. Aile olmanın yükümlükleri çıkıyor maişet sağlamadan o maişetin tasarlanan hayata yetmemesi, evliliğin sadece bir çift olmaktan öte olması gerçekleriyle yüzleşiyorlar. Aile oluyorsun ve bir sürü yatay ailevi ilişkiler ağının içine giriyorsun. İnsanın kendini tanıması, içine girdiği durumu tanımlaması, birbirini tanıması, konumlanmaları her şey yeniden yapılandırılıyor. Burada da sabır, kanaat, tahammül, anlayış, empati pek çok hisse sahip olmak gerekiyor bunlar da bireyin kök aile geçmişinden elde ettiği kazanımlarla onlarla sağladığı tecrübelerle mümkün olabiliyor. Evet kuşaktan kuşağa biyolojik gen olarak aktarılamaya bilir ama bir sosyal öğrenme süreci var, duygusal gen var ve ailesi ne kadar çabalarsa çabalasın bunları öğrenmemiş olan insanlar da olabiliyor.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi 20- 30 yılı geride bırakan çiftler de boşanıyor oranlara bakarak boşanmalar arttı diyebiliyoruz evet ama istatistiklerin bu rakamları göstermediği yıllarda boşanmaların gerçekleşmiyor oluşu aile kurumunun sapasağlam olmasında veya eşlerin birbirinden razı, hayatlarının güzel olmasından kaynaklanmıyor. Kültürel yapı, gelenekler bugünkü gibi olmuyorsa ayrıl seçeneği sunmuyordu. Ayrılmak istemediklerinden değil, ayrılamadıklarından birlikte kalıyorlardı. Bir çatı, bir kurum olarak aile görünümü veriliyordu evet ama nice aile çocuklarına kuşaklar boyu aktarılacak travmayı da miras bırakıyordu. Sağlıklı bir birey, sağlıklı bir toplum için ailenin huzur, mutluluk ve güven ortamını sağlıyor olması gerekir. Bu şartları haiz mi değil mi bakılmıyordu. Çocuklara yarar mı sağlıyor kapanmaz yaralar mı açıyor, çocuk hayatı boyunca anne ve baba olmaya dair neleri içselleştiriyor ve nesilden nesile neler aktarıyor bunları düşünmek, konuşmak söz konusu bile değildi bugün de boşanma tablolarına bakarken geçmişin bu izlerinin genetik hafızadaki izini gözden kaçırmamak gerek diye düşünüyorum
Sadece karı kocanın değil yatay ilişki kurulan kaç kişinin kötü etkilendiği evlilikler de mevcuttu ama o günkü kültürel şartlar başka çıkış kapısı bırakmıyordu. Oysa dinimize de baktığınız da eşler birbirini sevmiyorsa, birbirine ve süreçte çocuklara zarar veriyorsa boşanma ruhsatını veriyor. Katolik evliliği yok. Burada sonuca değil sebeplere odaklanmamız gerekiyor. Boşanmayı ilk çıkış görmeyelim ama bu kadar da büyütmeyelim. Bazen iki taraf ve çocuklar için iyi olan bu olabilir. Toplumumuz bunu da göz önünde bulundurmalı, sosyal devlet bunun da önlemini almalı. Hala bu konuda sancı çeken ortada kalacağım duygusuyla kapıdan adımını atamayan nice insan var ve arada olan hep çocuklara, dolaysıyla geleceğin aile kurumunu şekillendirecek, toplumsal yapısını oluşturacak çocuklara ve aynı zamanda kadın ya da erkek çiftlerden hangisi zayıfsa zayıf olana oluyor.
Fert fert tüm toplum büyük bir değişimin içinden geçiyor bunun ailedeki tezahürü boşanma olabilir. Ticari ilişkiler, siyaset, eğitim hayatı, komşuluk, akraba ilişkisi gibi tüm bir sosyal hayat değişiyor. Bunun yansımaları da her bir kuruma tek tek yöneldiğinizde fark ediliyor. Son yıllarda aile kurumuna çokça baktığımız için sorunları kopmaları, ayrılıkları görüyoruz ama aynı kopmaların, ayrılıkların tüm sosyal yapıda olduğunu düşünüyorum aileyi de toplumu da fertler oluşturuyor.
Demek ki insan odaklı çalışmak gerekiyor tek tek, fert fert insanı kapsayan, kuşatan ahlakı, erdemi, sabrı, tahammülü, sadakati, vefayı, empatiyi, içeren değerler bütünüyle insanı yeniden ele almak gerekiyor.
Boşanmaların sebeplerinden size göre ilk 3 tanesini değerlendirebilir misiniz?
Beklentiler, mükemmeliyet arayışı, tahammül sınırının insan hayatının hemen her evresinde çok ince çizgide olması. İlk aklıma gelen üç madde.
Hız çağı tam anlamıyla sabrımızı tüketti. Eskiden kamu alanlarında hastaneden, vergi dairesine, bankadan, fatura ödemeye saatlerce beklerken etrafıyla sosyalleşen, insan ilişkisini geliştiren bir yapıya sahipken şimdi market kasasında 4-5 dakikalık beklemeye tahammülümüz yok. Hemen bir başka kasiyer devreye girsin istiyoruz. Bunda elbette teknolojinin çok büyük etkisi var. Hey şeyi anlık yaşıyoruz, her şey elimizin altından hızla kayıp gidiyor tüm duygularımız saniyelerle değişen görüntülerle anlık halden hale giriyor ve bunu hiç yadırgamıyoruz az önce çok trajik bir olay kalbimizi parçalarken birkaç saniye sonra bambaşka bir atmosferle çoktan geride çok uzakta, bırakabiliyoruz. Bu ani geçişler sadece sabrımızı tüketmedi duygu ve düşünce dünyamızı da derinden etkiliyor sanal mecranın bambaşka bir evreni, hayat anlayışı, birey tanımı var ve farkında olmadan hepimiz o evrenin insan tipleri olmaya başlıyoruz. Orada yaşanan sanal gerçeklik karakterimizde, anlam dünyamızda zemin kaymasına sebep oluyor. Kaç yaşında olursak olalım karakterimiz yeniden şekil alıyor. İnsanlık hiç olmadığı kadar arayış içinde. Kimse elinde olanla yetinmiyor. Bir yeri gezerken öbür yere gitmemiş olmayı eksiklik olarak görüyor, bir şeyin paketini henüz açmışken alamadığı ürün için hayıflanıyor, hanesindeki nimetleri zenginlikleri görmüyor oysa her gece başınızı yastığa güvenle koymak, güvenli bir sabaha uyanmak, evi dolduran çocuk sesleri, kapınızı çalacak misafirlerinizin olması, ocakta kaynayan aşınız, her sabah ayağa kalmanız için bir sebep olan işiniz ve daha pek çok nimetin nasıl bir zenginlik olduğu genciyle yaşlısıyla fark edilmiyor. İnsan ilişkilerimiz de böyle oldu. İyi yanlarından çok kötü yanlarını, eksiklerini görüyoruz hep. Kendi benliğimizi o kadar yükseltiyoruz ki bu da bizi etrafımıza kör ediyor.
Biz buyuz karşımdaki bu, şartlarımız bu diyerek bakmaksızın adeta her yeni günde yepyeni bir hayata uyanmak istiyoruz. Her yeni güne yeniden ilişki biçimi oluşturmaya çalışıyoruz bu da her şeyi tüketiyor. Mevcut durumun beklentilerle uyuşmaması ve maddi olandan çok duygusal durumla ilgili. İnsanlar duygularını fazlasıyla dinlerken realiteyi kaçırmaya başladı sanırım.
Sosyal medya hesaplarına sahip olmak eşlerin birbirlerine yönelik tavırlarını nasıl etkilemektedir?
Sosyal medya bir “mış gibi” hayatlar sahnesi. Halbuki paylaşımdan az evvel yahut az sonra o kişi kendi gerçekliğinde bambaşka bir hayat yaşıyor bambaşka bir kişiliği var. Sosyal medya hayatımızda kötü giden şeylerin isteğimiz gibi olmasını arzuladığımız bir hayal sahnesi. Berbat bir filmin harika kısa fragmanı gibi. Filmde o fragmandan başka iyi bir şey yoktur ama fragmana kapılırsın sonrası pişmanlıktır. Ya da bir film izlersiniz, bir kitap okursunuz ve o kadar çok etkilenirsiniz ki kendi gerçekliğinizi kaybedersiniz. Günlerce aklınızda dolaşırsınız pek çok olayı sizi etkileyen sahne ile ilişkilendirirsiniz anlık git gel yaşarsınız. Sosyal medyada sergilenen hayatlar, yaşam biçimleri, ortaya konan hal hareket, duruş, konuşma, düşünce de böyle. Ya sadece fragmanı nitelikli bir film gibi ya da etkisinden kurtulamasanız, gerçek hayatlardan alıntı olsa da müziği, ışığı, kurgusu, senaryoya katılan gerçek dışı pek çok şey gibi bir kurgudur, yapımdır, rollerin tekrar tekrar başa alındığı ve en güzelin bulunduğudur.
Gerçek hayat böyle değil söylüyorsun bitiyor. Fitili ateşliyorsun böyle değildi hadi sahneyi baştan alalım diyemiyorsun. Senaryoya ekleme ya da çıkarma yapamıyorsun. Gerçeğin ne ise osun. Sen de tıpkı kapılıp gittiğin “mış” gibi hayatlara pek çok sanal katkı sunuyorsun sen de yanıldığın kadar yanıltıyorsun. Bu algılar, yanılgılar dünyası gerçekliğimizi kaybettiriyor, elimizdeki aletten başka haytalara bakmaktan kendi hayatımız imkânlarımız ve fırsatlarımız elimizden kayıp gidiyor.
Her ne ise mutlak doğru gibi bir algı oluşturuyor. Sahne arkası ve sahne önü gibi bir ortam kadın erkek genç yaşlı herkesi bir şekilde etkiliyor.
Kadın erkek ilişkisinden mahremiyetin, özel alanın bir tüketim malzemesi haline gelmesine kadar pek çok değerlerimiz, değer yargılarımız dönüşüme uğruyor.
Sosyal medyada sunulan hayatlar geçidinin de çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Ürün reklamına maruz kalmak gibi ilişki ve yaşam tarzı biçimine maruz kalıyoruz. Birinde değilse diğerinde. Onda var da neden bende yok, onda mümkün de neden bende değil, onlar yapıyor da neden biz yapamıyoruz? Diye daha çok şey sırlayabileceğimiz, karşıdakinin hayatına göre konumlandırılmış ona göre yeniden yapılandırılmaya çalışılan hayatlar çiftleri tüketiyor. Hep birileri gibi olmaya çalışmaktan kendileri olamadan yorgun düşüyorlar. Burada neden bizim fikrimiz yok mu gibi itiraz olabilir ama bu etkileşim zaten farkında olmadan oluyor. Bir film, bir dizi, bir reklam, birinin sosyal medyadan yayınladığı görüntü farkında olduğumuzu düşünsek de fark etmeden düşünce dünyamıza sirayet eden yönlendiren boyutu kaçınılmaz. Yine soysal medyadan her birinin ayrı içeriklerle insan teki olmanın tüm farlılıklarını bir kenara koyarak ebeveynlik, evlilik ve çift ilişkisi tavsiyeleri hepsi farkında olmadan sürekli kendimizde eksiklere odaklanmamıza sebep oluyor.
Günümüz aile tipini nasıl değerlendiriyorsunuz, Türk Aile yapısı nasıldır, bundan ne derece uzağız? Nasıl olmalı?
Ülkemizden söz ederken tek bir kültürden tek bir gelenek görenekten bahsedemiyorum. Bölgelerimize, şehirlerimize göre değişen zengin bir kültürel yapıya sahibiz. Bu aile yapımız, aile ilişkilerimiz, aile içi dinamiklerimiz için de böyle. Ama genel olandan ele alacak olursak bizler ne kadar kentlileşirsek kentlileşelim ne kadar çekirdek aile yahut tek ebeveynli aile formuna dönüşürsek dönüşelim şükür ki bizim yatay ilişiklerimiz halen çok geniş. Anne babamız ve diğer akrabalarımızla öyle ya da böyle sürdürdüğümüz bir ilişkimiz mevcut. Hepsiyle değilse de bir kısmıyla kesintisiz ilişki ağımız var. Kimileriyle iyi gününde değilse kötü gününde mutlaka bir aradayız. Yukarda da ifade etmiştim halen düğünlerimiz, ölümlerimiz doğumlarımız, hastalıklarımız akrabalarla yaşanıyor. Bu yatay ilişkinin, bu ağın zor yanları da güzel yanları da var ama güçlü yanlarına odaklanmalıyız çocuklarımız üzerindeki etkisi onların anlam dünyasına katkısını öncelemeliyiz. Fark etmeye biliriz, bize zor gelebilir ama bu yatay ilişkiler çocuklarımızı olumlu duygular katıyor.
Çocuklar aile büyükleriyle geçirdikleri zamanları önemsiyor. Amca, dayı, hala, teyze, kuzen çocuklar için çok büyük zenginlik. Onlarla yaşadıkları iyi ya da kötü her türlü yaşanmışlık hayatları boyunca rehberlik edecek kıymetli tecrübeler. Çocuklarımızı ya kendi kanımız canımız, kültürümüz dünya görüşümüz çerçevesinde üstelik büyük bir zenginlik içinde büyüteceğiz yahut teknolojinin, kültürel hegemonyanın ellerine teslim edip olandan şikâyet etmeyi bırakacağız ki bu da onlara karşı çok büyük bir kötülük olur ki buna hiç hakkımız yok.
Onlara kendilerini ait hissedecekleri, kök salacakları, ne kadar büyür ve değişirlerse değişsinler, nereye giderlerse gitsinler bu köklerle var olacakları bir aile ortamını borçluyuz. Bizim büyüklerimizi bunu bize bilerek yahut bilmeyerek yeri gelip ayıp, yeri gelip günah diyerek akrabalarımızla bir bağ oluşturdular. Bu durum o zamanlar hoşumuza gitmese de köklerimizi daha derinlere salmamıza, köklerimizi güçlendirmemize, aidiyet duygumuzu pekiştirmemize vesile oldu. Aile, akraba ilişkilerimiz ve kendi gerçekliğimiz sosyal medyada yazılıp çizilenden çok başka. Bunun farkına varmamız, kendi gerçekliğimizin dışındaki telkinlerden etkilenmememiz lazım.
Yazar: Bilal CAN –
Yayın Tarihi: 24.04.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 17.04.2025 09:44