Bir İmkân mı Bir Çıkış mı: İslamcılık – Düşünce

İslamcılık, olgu ve fikir olarak Osmanlının son dönemlerinde özellikle Sultan Abdülhamid döneminde varlığını ortaya koymuştur diyebiliriz. O dönem için daha çok “ittihadı İslam” kavramı ile dillendirilen İslamcılık ilk nüvesini o dönemde vermiştir. Sonrasında Said Halim Paşa’nın özgün bir kavram olarak İslamcılığı bir risale ile anlatması ikinci aşama olarak kabul edilebilir. O dönemde Abdülhamid karşıtlığı üzerinden bir İslamcı aydın/yazar çevresi teşekkül etmiştir. Her ne kadar mahiyet olarak farklı olsalar bile, iki farklı İslamcılık anlayışı ilk dönemlerde ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan bugün kullandığımız anlamı İslamcılık bir fikir ve hareket olarak Mısır topraklarında Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh tarafından eli ile şekillenmekteydi.
Bir fikir ve disiplin olarak farklı zamanlarda farklı tanımlamaları yapılan İslamcılık aslında sürekli değişim ve gelişim halinde olan bir fikir ve düşünce akımıdır. İslamcılık ile ilgili farklı tanımlamaları İslamcılığın evreleri olarak da okuyabiliriz:
” İslâmcılığın doktriner bütünlük ifade eden bir tanımı olmasa da gazete, dergi ve bazı risâlelerde ortaya çıkan İslâmcı fikriyatın genel çerçevesini inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, idare, siyaset, iktisat, hukuk, eğitim alanlarında İslâm’ı bütün bir hayat nizamı olarak yeniden hâkim kılarak müslümanları medenîleştirme; İslâm dünyasını geri kalmışlıktan, Batı hâkimiyetinden, zalim ve müstebit idarecilerle keyfî yönetimlerden kurtarma; dinî düşünceyi taklit, hurafe ve bidatlardan arındırma gibi XIX. yüzyıl İslâm dünyasının başka coğrafyalarında da görülen ıslah, tecdid, ihya vb. kavramlarla ifade edilen dinî, siyasî, ilmî çözüm arayışları veya bu arayışları ihtiva eden bir fikir hareketi şeklinde özetlemek mümkündür. Said Halim Paşa’ya göre İslamlaşmak demek İslâmiyet’in inanç, ahlâk, yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak uygulanması demektir.”[1]
“İslamcılık, birey düzeyinde nefsi müdafaanın, aile düzeyinde taassubun, kabile düzeyinde asabiyetin, millet düzeyinde milliyetçiliğin ümmet düzeyindeki bir versiyonudur.”[2]
İslamcılık, “İslam’ı bir bütün olarak “yeniden” hayata hâkim kılmak, Müslümanları sömürgeci Batıdan, zalim ve müstebit yöneticilerden, siyasi ve ekonomik esaretten, hurafelerden ve dalaletten kurtarmak; birleştirmek ve terakkinin yolunu açmak yolunda gerçekleştirilen siyasi, ilmi ve felsefi çalışmaların, ortaya konulan çözümlerin tamamını ifade eden bir hareket olarak açıklanabilir.”[3]
İslamcılığın bu ve benzeri onlarca tanımı daha yapılabilir. Bu tanımlar birbirine yakın ve birbirini tamamlayan tanımlardır.
İslamcılık, sadece kendi dindarlığı ile değil, birey olarak başkasının dindarlığı ile değil toplumun dindarlaşması ile ilgilenen bir anlayıştır. İslamcılık bu yönü ile bireyci ve üstenci anlayışı reddeder.
İslamcılık, Müslümanların-toplumun seküler ve pragmatist olması önünde bir settir. Çünkü İslamcılık inancı ve dindarlığı hayatın merkezine koyar ve toplum faydacı bir bakış açısı ile hareket edilmesini talep eder. Yakın tarihte Anadolu’da Müslümanların sekülerleşmesi ve kapitalist-pragmatist olması muhafazakârlar eli ile olmuştur. İslamcılık bu tür sapmalara sebep olacak görüş ve anlayışlardan uzaktır. Mevcut olumsuz durumlara sebep olan muhafazakarların bir kısmının eski İslamcı olması, İslamcılığı bağlamaz. Anadolu’daki İslamcılığın en büyük bahtsızlıklarından biri bu olsa gerek.
İslamcılık ile ilgili haksız ithamlardan biri de İslamcılığın gelenek düşmanı olduğu ve modernist bir fikriyat olduğu ithamıdır. İslamcı fikriyatın ilk günden bugüne savunucularına baktığımızda ancak yüzde yirmisi modernist anlayışa sahiptir. Geriye kalan yüzde seksenlik İslamcı öncüler modernist değildir. Bununla birlikte yakın dönem İslamcılık, geleneğin ve modernist anlayışın yanlışlarını bir kenara bırakıp, doğrularını harmanlayan bir sürece girmiştir. Bu durum islamcılığın daha geniş kitlelerce kabul görmesine vesile olacaktır.
İslamcılık konusu ele alınırken olmazsa olmaz olan başlıklardan biri de İslamcılığın ölüp ölmediği ve İslamcılığın iflas edip etmediği konulardır. İslamcılık öldü söylemi sürekli tekrarlanan, bir tespitten ziyade bir temennidir. İslamcılığın öldüğünü söyleyenler genel olarak eski İslamcılardır. Bunlar İslamcılık elbisesini üstünde taşıyamayanlardır. Manevi olarak kendileri öldüğünden İslamcılığın da ölmesi temennisindedirler. Bir de İslamcı olmayıp İslamcılığın öldüğünü seslendirenler var. Onlar da İslamcılığa karşı olduklarından İslamcılığın ölmesini temenni ederler. İslamcılık yaşıyor. Sürekli kendisini yenileyerek varlığını devam ettiriyor. İslamcılığın iflas etmesi meselesine gelince iflas eden muhafazakarlıktır, sekülerliktir, modernitedir. İslamcılık yaşadığı topraklardaki sorunlara en makul ve faydalı çözüm önerileri sunan bir fikriyat olarak varlığını devam ettirmektedir.
İslamcılığın bir kısım çıkmazları ve krizleri olduğu gerçeği inkâr edilemez. Bu kriz ve çıkmazların ana sebebi olarak homojen bir fikriyat-akım olmamasını söyleyebiliriz. Bununla birlikte kendi imkân ve kabiliyetlerini kendisi olarak sergileyebilecek bir zeminin olmaması da bir sebep olarak görülebilir.
İslamcılık kendisi yenilendiği gibi muhataplarının da yenilenmesi gerektiğini savunur. Değişen dünyada ve zamanda köklerine bağlı, zamanın ruhuna uygun İslami bir yenilenme şekillenme imkânı üzerinde durur İslamcılık.
İslamcılık bir imkân ve çıkış yolu haritası olarak varlığını devam ettirmekte, her geçen gün kavramsal olarak değilse bile olgu ve gerçeklik olarak kendisini geliştirmektedir. Bu meyanda önümüzdeki günler ardımızdaki günlerden çok daha iyi olacaktır.
[1] TDV İslam Ansiklopedisi
[2] Vahdettin İnce, İnsicam dergisi, Kasım 2023
[3] Mustafa Akca, Risale Haber, Ağustos 2015
Yazar: Ferhat ÖZBADEM –
Yayın Tarihi: 25.04.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 17.04.2025 09:00