Bir Şeftali Bin Şeftali – Edebiyat

Ben küçük bir şeftali ağacıyım, aynı acının gölgesinde meyvesizliğe duruyorum, Ali ve Mehmet’i özlüyorum.

Sanmayın ki benim duygularım yok. Anam toprak benim, her şeyimi ondan aldım. Güneşin ışıklarıyla sonsuzluğa yolculuk yapmayı, suyun berraklığıyla derinlere kök salmayı, havanın şeffaflığıyla tabiata anlamlı ve güzel mesajları göndermeyi ondan öğrendim.

Ali ve Mehmet sarılmayacak bana bir daha çocuk elleriyle, çocuk kapleriyle. Ali Yılanlar Vadisi’nde öldü benim için. Mehmet küstü doğduğu topraklara, sürgün etti şeftali kokulu kalbini, şehre bakkal çırağı olmaya gitti. Ben zalim bahçıvanın bahçesinde yapayalnız kaldım. Ona şeftali vermeye niyetim yok. İsterse beni testereyle kessin, bin parçaya bölsün. Ben iki çocuk arkadaşımdan başkasına meyve vermeyeceğim. Yeminim var. Böyle büyüdüm, böyle gördüm anamdan. Böyle büyüttü toprak anam. Vefalıydık, sözümüze sadıktık.

Bir rüya gibi kısa hayat hikayem, manalı yaşam yolculuğum. İlkin bir sepetin içinde yola çıktım. Yüz-yüz elli şeftaliydik. Sonra ben düştüm ve uyandım uykumdan Güneş Abla’nın sımsıcak gözlerinin içine bakarken. Annemin, “Benim güzel kızım” diyen sesi hiç çıkmadı aklımdan. Annem ile Güneş Abla diz dize oturmuşlar, bana masal anlatıyorlar. Masallarda ben hep annemin küçük tatlı prensesiyim. Her masalda annem mutlaka ağlar ve gözyaşlarıyla beni yıkar. Her zerremde annemin gözyaşlarının izi ve kokusu vardır. Bu yüzden “Benim güzel kızım” diyen annemin sesi hiç çıkmaz aklımdan. Annemin sesi ve annemin sıcak gözyaşları, bütün hayat hikayem.

Yırtık pırtık pantolonlarıyla, yalın ayaklarıyla Ali ve Mehmet ile yolculuğuma devam ettim. Ben çocuk, onlar çocuk. Ben şeftali düşü, onlar insan yavrusu. Ben kısa bir yarın, onlar uzun bir sonra. Ben çıtkırıldım bir fide, onlar taşa sürülmüş umut kırıntısı, başkaldırma hevesi. Ben onların gizli düşüydüm. Yolculuğumun bu safhası zalim bahçıvanın bahçesindedir. Ali ve Mehmet verimli, uygun toprakları olmadığı için beni zalim bahçıvanın bahçesine diktiler. Acıyla sınanma zamanı gelmişti. Acı ve vefa. Acı ve çocuk kalbi. Acı ve sadakat. Acı ve sonsuzluk.

Bahçıvan şehre gitmişti. Ali ve Mehmet minnacık bedenimi karanlık toprağın içine bıraktı. Mevsimler gelip geçti, ben orada umutla ve korkuyla bekliyordum. Umut iki arkadaşım içindi, korku benim payımdı, üzerime kalmıştı.

Bir düştüm badem ağacının gölgesinde ya da düşüme düşmüştü badem ağacının kokusu. Toprak anam bırakmıyordu beni, kimi zaman hırçın olan Rüzgar Abi’ye. Bahardı ve ben olanca gücümle bağırmıştım: Yaşamak güzel şey! Yaşamak, yani meyveye durmak. Yaşamak, yani karıncalarla hayatı paylaşmak. Yaşamak, yani toprak anaya bağlı kalmak. Yaşamak, kabuğunu kırmak, filizlenmek. Yaşamak, yani önüne çıkan taşlı engelleri aşmak.

Büyüyordum ve dallarıma kuşlar konuyordu. Büyüyordum ve çiçekleniyordum. Büyüyordum ve meyveye duruyordum.

Yolculuğumun son safhasında bir gün Mehmet yalnız başına yanıma geldi. Bu daha önce hiç olmayan bir şeydi. İki arkadaş hep birlikte yanıma gelirlerdi. Kötü bir şeyler olduğunu hissettim. Mehmet kulağıma eğildi ve kulağıma fısıldadı Ali’nin neden gelmediğini. Meğer Ali bana gübre olsun diye Yılanlar Vadisi’ne gitmiş yılan getirmek için. Orada bir yılan Ali’yi sırtından sokmuş. Kocakarı Muncuk’un şifalı otları bile onu kurtaramamış.

Çok üzülmüştüm. Acıyla kaskatı kalmıştım. Sırf dostluğumun ve sadakatimin bir göstergesi olarak en güzel şeftalimi Mehmet’e verdim. Bir daha da meyveye durmadım, durmayacağım da. Zalim bahçıvan beni testere ile bin parçaya bölse de meyveye durmayacağım, arkadaşlarımın anısına ihanet etmeyeceğim.

Bir Şeftali Bin Şeftali

Samed Behrengi

Çev. Deniz Canefe

Can Sanat Yayınları

Sayfa; 56

İstanbul, 2018


Yazar: Faik ÖCAL
Yayın Tarihi: 21.07.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 03.06.2025 10:02

Başa dön tuşu
Haber Yazıyor