Eski başdanışman İlnur Çevik Nursun Erel’e konuştu: Erdoğan’ın Sarayında 7 yıl…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı olarak Saray’da 7 yıl süreyle görev yapan İlnur Çevik, verdiği bir röportajda “Türkiye’yi seçime götürmeli, bunun en geç 2 yıl içinde yapılması lazım, yoksa eyvah!” ifadelerini kullandı.
Gazeteci Nursun Erel’e konuşan Çevik’in söyleşisinin ilgili kısmı şu şekilde:
“SİZ DE “SİSTEM ÇÖKTÜ” DEDİĞİNİZE GÖRE CUMHURBAŞKANI’NIN NE YAPMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
O olmadığı zaman her şey çöküyor. Ülke böyle mi yönetilir? Eğer sistem o çıktığında çöküyorsa, darmadağın oluyorsa orada sistem yok demektir. Bizlere düşen ödev, yeni kuşağa sağlam bir Türkiye vermektir. Torunlarını şu kadarcık seviyorsa sistemi rayına oturtacak kararı almalıdır.
Sayın Cumhurbaşkanı eften püften bir adam değil, bence gerçeği görüyor ama nasıl olabileceğini kafasında tartışıyor. Türkiye’yi seçime götürmeli, bunun en geç 2 yıl içinde yapılması lazım, yoksa eyvah! Cumhurbaşkanının eskiden ufku görebildiği bir dönem vardı. Acaba şimdi görebiliyor mu? Ben ciddi şüphedeyim. Ülkede ciddi sıkıntı var, aslında kendisi bir vatanseverdir.
KENDİSİNE DOĞRU BİLGİ VERİLİYOR MU SİZCE? ERKEN SEÇİME Mİ GİDİLMELİ?
Ben yakınında kimler var? Doğruyu söylüyorlar mı? Hâlâ anlamadım. Demesi lazım ki, ‘Arkadaşlar bu böyle gitmiyor, gelin şu işi toparlayalım.’ CHP son seçimleri gümbür gümbür kazandı, bundan sonraki aşama da ona gidiyor. Bunu görmemek için kör olmak lazım.”
İŞTE O SÖYLEŞİ:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “başdanışmanı” olarak Beştepe’de 7 yıl süreyle görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “Bu sistem yürümedi” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah!” diye özetliyor.
DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor.
…Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor? Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…
Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur” diye düşünüp, bir çayını içmek istedim, derken uzunca bir sohbete daldık, işte söyledikleri:
– Önce, ‘Görev sana nasıl teklif edilmişti?’ diye sorayım mı?
Hacettepe Üniversitesinde rektör danışmanı olduğum sırada Hasan Doğan (özel kalem müdürü) çağırdı, “Cumhurbaşkanımız görüşecek” diye, kalktım Külliye’ye gittim, kapıda müthiş bir kalabalık var, meğer Cumhurbaşkanı o gün muhtarları kabul ediyormuş, polis geldi bana, “Siz nerenin muhtarısınız?” diye sordu, “Hacettepe’nin muhtarıyım “dedim, işte öylece özel kaleme çıktık. Ardından “Cumhurbaşkanı bekliyor” denildi, içeri alındım, bana “Elini taşın altına koyar mısın?” diye sordu. Ertesi gün kongre var, yani Ahmet Davutoğlu’nu gönderecekleri, Binali Yıldırım’ı Başbakan yapacakları kongre, ben sandım ki, “Partiyi yeniden adam edeceğiz “ama dedi ki, (Cumhurbaşkanı) “Ben Yüksek İstişare Kurulu kuracağım sen de üye olur musun?” Zaten dedim kendi kendime, “Türkiye’nin hali belli, asarlarsa ikimizi beraber asarlar.”
– Neden öyle düşündünüz?
Çünkü Süleyman Demirel’le, Necmettin Erbakan’la çok yakın çalıştım, Demirel’in manevi oğlu gibiydim. Bir darbe oluyor, gidiyoruz, sonra geri geliyoruz. Böylece Demirel’le 7 defa gittik, geri geldik, gerçi Erbakan’la geri dönüş olmadı ama. Kendisine 28 Şubat’ta, “İstifa edin seçime gidelim-“dedik, dinletemedik.
Külliye’de başdanışmanların odalarının yer aldığı koridor
– O kurulda ne görev yapacaktınız?
“O kurul ne ne yapar?” diye sordum, hatta dedim ki, “O kurulu boş verin, siz bana televizyon programı yaptırın”, ama “Olmaz” dedi. Ama yine de kendi çabamla yaptım o programları, hatta çeşitli gazetelerde yazılar yazdım.
Kürt sorunu
– Demirel ve Erbakan’a nasıl bir katkıda bulunmuştunuz? O mu isteniyordu yine sizden?
Kürt sorunu üzerinde uzmanlığım var. Demirel için o konularda temaslar yapmıştım, PKK ile direkt temas ettik, 1997’de Öcalan ile ateşkes sağladık. Yani o ateşkesin mimarlarından biri bensem diğeri Turgut Özal ise, öbürleri Talabani, İsmet İmset, Cengiz Çandar idi. Bir tek Barzani, “Ben bu işte yokum” dedi. Süleyman Demirel ise kerhen “Olur” dedi, yani, “Hükümet olarak bu işin içinde olmayız, eğer bir şey olursa, topun ucuna seni koyarım” dedi. Zaten sonunda iş bozuldu ve Cengiz Çandar’la ikimiz topun ağzına konulduk. Oysa Çandar, Ortadoğu üzerine Türkiye’de bir numaralı isimdir.
– Peki şimdi DEM Parti ile yürüyen çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Kürt sorununu en ciddi çalışanlardan biriyim. Şu anda yaşananlar pek çözüme benzemiyor. Kürt insanı Türkiye’de birinci sınıf vatandaş olduğunu hissetmeli, eğer hissetmiyorsa, Kürt sorunu asla çözülmez.
– Peki bunun yolu nedir? Ortada bir taslak var mı? Hepimiz bunu araştırıyoruz?
Acaba taslak var mı? Araştırmaya devam edin ama bulamayacaksınız. Dolmabahçe Süreci (*) nasıl büyük bir hayal kırıklığı ile son bulduysa şimdi de böyle olacak, Türk mantalitesi işte.
‘Kervanı yola koyalım, yolda düzülür’ mantığı. Oysa sokaktaki adamın büyük talepleri yok, insanca muamele istiyorlar, Kürtçeyi (özgürce) konuşmak istiyorlar. Şefkat istiyorlar, kucaklanmak istiyorlar ama bunların hiç biri olmuyor. Hala bir jandarma gördüğünde herkes irkiliyor. Diyarbakır’da 50 yılda büyük değişim oldu, adeta ortaçağdan Mars’a gidildi, ama kafa hâlâ Ortaçağ’da.
“Başka işiniz yok mu?”
– “Uzmanlık alanım” diyorsunuz, Cumhurbaşkanı’na bu konuda önerileriniz olmadı mı?
Sürekli raporlar yazıyordum ama eline geçiyor muydu? Bilmiyorum, çünkü başdanışmanlar kendisini kolayca göremiyordu. Seçimler öncesinde güneydoğuda büyük sıkıntı vardı, MGK’da alınan kararla kaçak akaryakıt işi durdurulmuştu. Bölge insanının bundan başka gelir kaynağı oktu. Aileler kurbana ortak girer gibi birer kamyon alıp zula depo yaptırmış, bununla geçiniyordu. MGK bu işi “kazanç PKK’ya akıyor” diye durdurunca ellerinde başka imkan kalmadı. Aileler çöktü, kamyonların vergisini bile ödeyemez duruma geldiler. Ben de bari “Çay ve sigara işi durmasın” dedim. Karıncalar diye adlandırılan insanlar sınırın ötesinden gidip kaçak getiriyorlardı. Binali Bey’e (Yıldırım) açtım konuyu, “İyi fikir” dedi. Cumhurbaşkanı’nı kolay kolay göremediğimiz için, randevu da alamıyoruz, bir önüne atlamadığımız kalmıştı, bir gün, MGK’ya gidişi öncesinde, önüne çıktık, yakaladık, “Efendim şöyle bir konu var” diye… Binali Bey, “Bakın İlnur güzel söylüyor” dedi, Cumhurbaşkanı ona döndü, “Senin başka işin yok mu Binali?” dedi, Binali Bey sustu, bana döndü, “Yahu sen bu işlerle niye uğraşıyorsun? Ne biliyorsan onu yap” ben de çay işinin çok önemli olduğunu anlattım, zaten sigaraya alerjisi var, dedi ki, “Eee, ben Rize’deki çay üreticisine ne diyeceğim?” Neticede, öylece kala kaldık. Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
“Bunu evlendirin”
– Sonra da Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu’nda görev aldınız değil m?
-Beni önce Yüksek İstişare Kurulu’na alacaklardı, sonra Fahri Kasırga (önceki genel sekreter,) “Anayasa engel oluyor, kuramıyoruz” dediği için olmamıştı. Sonradan kurdular ama oraya uzmanlığı olmayan bir ekibi TBMM başkanlarını filan aldılar. E, uzmanlık yoksa kurul ne üretebilir? Ardından 10 tane kurul oluşturuldu, beni de Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu’na almışlar. O gün kurulda Cumhurbaşkanı herkese teker teker, “Kaç çocuğun var?” diye sordu, ben “Beş kızım var” dedim, sıra Gülnur Aybet’e gelince, “Ben evli değilim” dedi, Cumhurbaşkanı döndü bizlere, “Bunu evlendirin” dedi. O gün kendisini ilk ve son kez görmüş olduk, bir daha toplantıya katılmadı, toplantıları İbrahim Kalın yönetiyordu.
“Türkiye’nin çivisi çıktı”
– Anayasanın değiştirilmesi gündemdeyken oluşturulmuştu değil mi bu kurullar?
O çalışmalar sırasında meclisin Cumhurbaşkanını denetleyeceği de bize anlatılmıştı ama sonra baktık ki, öyle bir şey yok. 12 Eylül’ün Danışma Meclisi gibi oldu bu meclis. Yetkileri olmayan bir meclis. Bakanlıklar, müsteşarlıklar kalktı, devletin planlama görevi yok. Yani Türkiye’nin çivisi çıktı.
Yurtdışı gezileri
– Siz eskiden Demirel’in Erbakan’ın dış gezilerine katılırdınız, şimdi nasıl yürüyor o programlar? Yabancı liderlerle görüşmelerde tercümeleri kim yapıyor? Tutanak tutuluyor mu?
Bizi yanaştırmıyorlardı. Bir çok dış geziye gittik ama aynı uçağa binmedik. Cumhurbaşkanı ayrı bir uçakla bakanlarıyla gidiyor, biz ayrı gidiyorduk başdanışmanlar olarak, Oralara gidiyoruz ama ne için gidiyoruz? Ne yapacağımızı filan da bilmiyoruz. Otel odalarında oturuyoruz. Önceden temaslar yapılıp bize randevu alınsa mesela, orada görüşmeler yapabilseydik. Bu hiç olmadı. Turistik gezi bile olamadı çünkü elçiliğin bize verecek arabası yoktu.
“Laiklerin ciddi kabahati”
– Sistemin değişim süreci nasıl yaşandı?
2007’ye doğru AKP zayıflama başlamıştı, içerde pek çok olay oldu, Abdüllatif Şener istifa etti, Erkan Mumcu ile arkadaşları ayrıldı partiden, “başörtülü eşi varsa cumhurbaşkanı olamaz” lafı çıkarıldı, mecliste 367 olayı yaşandı. Parti bir anda çökme yoluna girdi. Laiklerle askerler, -biz bunu indiririz- dediler, “E muhtırayla filan hallederiz” dediler ama adam cesurdu, istifa etmedi, Anadolu insanının rüzgarını arkasına aldı, yüzde 36’lardaki oyunu yüzde 50’lere çıkarmayı başardı. Onun üstüne bir de partiyi kapatmak istediler, o daha beter etti durumu. Bunlar laik kesimin ve askerin ciddi kabahatidir.
“15 Temmuz’un AKP’nin işine yaradığını sanmıyorum”
– 15 Temmuz olayı da yaşandı, bu da “AKP’nin yararına oldu” diye düşünüldü hep?
Ben AKP’nin işine yaradığını sanmıyorum, ülke geriye gitti, 10 yıl geriye gitti. Bu iktidar mücadelesiydi FETÖ’nün ve ABD de bal gibi arkasındaydı. Klasik darbelerden değildi, emir komuta zinciriyle yapılmamıştı, zaten eğer öyle olsa başarılı olurdu. Bu, askere sızdırılmış insanlarla yapıldı. Zaten sistem bir kere Başkanlık sistemiyle alabora olmuştu, bu durum daha da baskıcı bir rejimin ortaya çıkmasına neden oldu. Bütün reformlar bir anda durdu.
– Cumhurbaşkanının ilginç bir tutumu var, örneğin Atatürk sözcüğünü hiç kullanmaması?
Evet öyle bir takıntısı var, hep Mustafa Kemal hep Mustafa Kemal. Atatürk demesi zor olmasa gerek ama ancak zor zamanlarda kullanıyor o sözü. Bıyık takıntısı da var, onun gibi.
– Nasıl yani?
Külliyede bıyıksız adam yok. Benim dışımda yoktu. Ben de kemoterapi geçirmiştim, o yüzden çıkmıyordu bıyığım. Benim kaç defa önümde oldu, “Bıyık bırakılacak” dedi (Cumhurbaşkanı) hatta Mevlüt Çavuşoğlu bile bıyık bırakmak zorunda kaldı. Hasan Doğan da bıyık bıraktı.
“Külliye’nin de kendi hastanesi var, poliklinik gibi”
– Külliye’nin bodrum katında Cumhurbaşkanı için tam teşkilatlı bir hastanenin varlığından da söz ediliyor bu doğru mu?
Bir ameliyathane var ama o fikir Turgut Özal’ın ani ölümünden sonra gelişti. Aslında 7 bin kişinin çalıştığı yerde hastane olmaz mı? Külliye’nin de kendi hastanesi var poliklinik gibi. Başı ağrıyan, grip olan gider.
“Türkiye’yi seçime götürmeli, bunun en geç 2 yıl içinde yapılması lazım, yoksa eyvah!”
– Siz de “sistem çöktü” dediğinize göre Cumhurbaşkanı’nın ne yapması gerektiğini düşünüyorsunuz?
O olmadığı zaman her şey çöküyor. Ülke böyle mi yönetilir? Eğer sistem o çıktığında çöküyorsa, darmadağın oluyorsa orada sistem yok demektir. Bizlere düşen ödev, yeni kuşağa sağlam bir Türkiye vermektir. Torunlarını şu kadarcık seviyorsa sistemi rayına oturtacak kararı almalıdır. Sayın Cumhurbaşkanı eften püften bir adam değil, bence gerçeği görüyor ama nasıl olabileceğini kafasında tartışıyor. Türkiye’yi seçime götürmeli, bunun en geç 2 yıl içinde yapılması lazım, yoksa eyvah! Cumhurbaşkanının eskiden ufku görebildiği bir dönem vardı. Acaba şimdi görebiliyor mu? Ben ciddi şüphedeyim. Ülkede ciddi sıkıntı var, aslında kendisi bir vatanseverdir.
– Kendisine doğru bilgi veriliyor mu sizce? Erken seçime mi gidilmeli?
Ben yakınında kimler var? Doğruyu söylüyorlar mı? Hâlâ anlamadım. Demesi lazım ki, “Arkadaşlar bu böyle gitmiyor, gelin şu işi toparlayalım.” CHP son seçimleri gümbür gümbür kazandı, bundan sonraki aşama da ona gidiyor. Bunu görmemek için kör olmak lazım.
– Şimdi bu röportajı okuyanlar acaba sizin için, “İlnur Çevik Külliye’deki görevi bırakmasa bunları söyler miydi?” der mi acaba?
Yaş gelmiş 72’ye, Cumhurbaşkanı ile papaz olmak bana ne kazandıracak? Doğruları söyleyeceğiz ki Türkiye kurtulsun. Sen daha önce de bana Külliye’deyken geldin, benzer konuşmaları yapmadık mı?